Slider

Blogger tarafından desteklenmektedir.

VİDEO

HAYVANCILIK

TARIM

KOSGEB

MEMUR

SEO

HABERLER

‘Rojava modelinin önünde çok önemli sınavlar var

Fehim Taştekin’le, İletişim Yayınları'ndan geçtiğimiz günlerde çıkan ‘Rojava: Kürtlerin Zamanı’ kitabından yola çıkarak, Suriye Savaşı’nda son günlerde yaşanan gelişmelere uzanan bir söyleşi yaptık.

Gazeteci Fehim Taştekin’in ‘Rojava: Kürtlerin Zamanı’ adlı yeni kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Taştekin, geçen yıl yayımlanan ‘Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal’ kitabının devamı niteliğindeki yeni kitabında  sunuşunda şöyle diyor: ‘Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal’ adlı kitabıma noktayı koyarken Rojava’nın hakkını veremediğimi belirtip kendimi Kürtlere borçlu bırakmıştım. Kritik bir dönemin tanıklarından biriydim; bir gazeteci duyarlılığı beni alıp götürdü. Kayıtsız kalamadım, tarihe not düşmek istedim. En azından gördüm, dinledim ve yazdım demek için…” 
Fehim Taştekin’in kitabı yayınlandıktan kısa süre sonra ‘suç delili’ sayıldı. Diyarbakır’da Eğitim-Sen üyesi öğretmenlerin evlerine geçen hafta yapılan baskınlarda 24 öğretmen gözaltına alınırken, 7’si çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı. Operasyon düzenlenen öğretmenlerden birinin evinde yapılan aramalarda bulunan, ‘Rojava: Kürtlerin Zamanı’ isimli kitap ise ifade ve tutanaklara ‘suç delili’ olarak geçti.
Taştekin, kitabında Osmanlı’nın yıkılış döneminden günümüze Rojava’da yaşanan tarihsel süreci akıcı bir üslupla anlattıktan sonra, Afrin, Kobani ve Cezire kantolarından oluşan Rojava’da kurulan siyasi ve sosyal modeli mercek altına alıyor. Fehim Taştekin’le kitabından yola çıkarak, Suriye Savaşı’nda son günlerde yaşanan gelişmelere uzanan bir söyleşi yaptık. 
Kitabınızda da belirttiğiniz gibi Rojava’da kantonlara dayalı yönetim modeli Suriye’de olduğu kadar uluslararası kamuoyunda da ciddi bir meşruiyet kazandı. Bu meşruiyet ve saygınlık nasıl sağlandı? 
Sözünü ettiğiniz meşruiyetin yükseldiği temelde birtakım tarihi ve coğrafi gerçekler var. Öncelikle Rojava coğrafyası parçalı bir coğrafya. Irak Kürdistanı gibi yekpare bir coğrafya Rojava’da söz konusu değil. Afrin ve Kobani kantonları Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgeler olmasına rağmen Cezire kantonunda Kürt nüfusun yoğunluğu görece olarak daha düşük;Araplar, Türkmenler, Çeçenler, farklı etnik kimliklerden Hıristiyanlardan  oluşan çoğul bir yapı var. Tarihsel olarak da nüfusun sürekli hareket halinde olduğunu görüyoruz. 1915 sürecinde Türkiye’den sürülen Ermeniler ve Süryaniler, daha sonra yine Türkiye’den sürülen Kürtler bu bölgelerde yerleşmişler. Kobani dediğimiz yer böyle bir yer. Bu nedenle oldukça politize bir bölgeden söz ediyoruz. Bu tarihsel arka planda Araplar, Kürtler ve Hıristiyanlar arasında dönem dönem ciddi sorunlar da yaşanmış. Yani tarih de coğrafya da siyasi atmosfer de kırılgan. Rojava’daki aşiretlerin özellikle Arap aşiretlerinin Şam yönetimiyle eskiden beri arasının iyi olduğunu görüyoruz. Süryaniler de kendi bekâlarını Suriye devletine bağlı görürler. Osmanlı sonrası yaşanan kırım ve katliamlar, Suriye’de Süryaniler için yeni bir sayfa açılmasına neden oldu. Bu yeni sayfa Süryaniler için kıymetli. Esad yönetiminde etnik ve kültürel hakları tam olarak yasal güvence altına alınmamış olsa da dini bir azınlık olarak korundular. Üstelik, Türkiye’den, diğer Ortadoğu ülkelerinden çok daha iyi koşullarda yaşadılar. Bu sürecin sonunda IŞİD gibi kendilerini yok etmek isteyen bir güç ortaya çıkınca yüzlerini Şam’a döneceklerdi ve zaten dönüyorlar. Dış çerçevede ise Türkiye faktörü var. PYD ve YPG’yi PKK’nin devamı olarak gören Türkiye Rojava’yı kendisi için bir tehdit olarak değerlendiriyor. Rojava’da Çeçenler gibi Osmanlı döneminde bölgeye Ermenilere ve Kürtlere karşı denge unsuru olarak yerleştirilen bir topluluk var. Ayrıca yine Türkiye’nin manipüle etme gücü olan Türkmenler var. Bütün bu hassasiyetleri ve Şam yönetimiyle ilişkileri dikkat almak zorundasınız. Bunlar dezavantajlar olsa da bunu avantaja çeviren iki önemli faktör var.
Nedir o avantajlar?
Birincisi, PYD ve YPG, en başından savaşı şehirlerden uzak tutma stratejini benimsedi. “Biz Suriye ordusuyla savaşmayacağız ve cihadçı grupları şehirlerimize sokmayacağız” dediler. Bu strateji sayesinde Suriye’nin diğer bölgeleri cehenneme dönerken Rojava yerleşimlerinde görece istikrarlı bir gündelik hayat inşa edilebildi. Bu korunaklı bölgede Hıristiyanlar, Türkmenler ve Araplar korundular. Bu güvenlik motivasyonu Kürtlerin ve PYD’nin işini kolaylaştırdı. Öcalan’ın temelini attığı bir yapı, Suriye Kürtlerini önce ideolojik ve politik olarak etkiledi ve savaş sürecinde de yönetimi devralmayı başardı.
İkincisi ise “Biz Esad rejimiyle savaşmıyoruz; bağımsızlık perspektifimiz yok; kendi kültürümüzü yansıtan yeni bir model ortaya koyuyoruz” denildi. Meclisler, komünler kuruldu. Bu süreçte bazen PYD’nin tabanını oluşturan Kürtlerin de tepki gösterdiği bir paylaşım sistemi ortaya çıktı. Eşbaşkanlık sistemiyle Süryaniler, Araplar yönetime katıldılar. Başbakan Kürt ise yardımcısı Süryani oldu. Savunma Bakanı Kürt ise savunma bakan yardımcısı Çeçen oldu. Ekonomik boyutta ise savaş koşullarında insanlara nefes aldıracak, imece usulüne dayalı dayanışma modelleri çerçevesinde işleyen bir ekonomik model ortaya çıktı. Güvenlik güçleri içerisinde de Araplar, Süryaniler yer aldı. Sonuçta, ekonomide, siyasette ve güvenlikte katılımcı bir model ortaya çıktı. Savaş koşullarında bunun alternatifi, yağma, talan ve savaş lordları demektir. Savaş koşullarında savaş lordlarının ortaya çıkmaması çok değerli bir durumdur. Savaş lordları ekonomiyi, güvenliği, insani yardımları kısacası her şeyi tekeline alır. Buna Rojava’da izin vermediler. Bu çok önemlidir. Yapılan hatalar ve ortaya çıkan aksaklıklar için de denetim mekanizmaları iyi çalıştırıldı. Cezire gibi Kürtlerin çoğunluğu teşkil etmeyip Arap, Kürt, Süryaniler ve diğer halkların birlikte yaşadığı bir toplumda bunu gerçekleştirmek o kadar kolay değildir. Buna bir devrim diyenler var…
Size göre bu bir devrim mi?
Bu çok devrimci bir fikir ve girişim ama Rojava modelinin önünde çok önemli sınavlar var. Bu sınavların hatırlatılması, bu uyarıların yapılması gerekir.
Nedir onlar?
Şu anda Rojava yönetimiyle ABD arasında bir ortaklık kuruluyor. Bunun avantajları  olduğu gibi dezavantajları da var. Avantajı, uluslararası alanda Rojava modelinin meşruiyetinin güçlenmesinde önemli bir avantaj sunuyor bu ittifak. Türkiye’nin olumsuz propagandasına karşı önemli bir faktör bu. Çek Cumhuriyeti’nde YPG’nin temsilciliği var. Avrupa Parlamentosu’nda YPG’nin bayrağı var. ABD’yle ortaklık da bu meşruiyeti güçlendiriyor. Öte yandan ABD kirli oynayan bir aktördür. Sizi başka türlü kullanmak isteyecektir. ABD, Rojava’daki askeri güçleri Suriye ordusuyla karşı karşıya getirmeye çalışacaktır. Bu bir risktir. ABD’yle ilişkiler derinleştiği takdirde, bu Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarının kalıcı bir kurumsallaşmaya dönüşmesine engel olur.
Neden?
ABD ile Suriye yönetimi savaştan çok önceden bu yana düşmanlar. ABD’nin Suriye yönetimini dize getirmek istediği herkesin bildiği bir gerçek. Şam yönetimi ABD’yle ilişkileri derinleştirmiş bir Rojava’yı da düşman olarak görebilir. Bu Rojava içindeki dengeleri de sarsar. Rejimle köprüleri atmak istemeyen Araplar ve Süryaniler için bu kabul edilebilir bir durum olmaz.  Şunu da unutmamak gerekir; Suriye ve Suriyelilik bugün uluslararası planda küçümsense de önemli bir aidiyet ve kimliktir. Araplar, Süryaniler, ABD’nin yedek gücü durumundaki bir Kürt yönetimi yerine Suriye’ye ait olmayı tercih edecekler. Burada rejimden söz etmiyorum; Suriye fikrinden Suriyelilik kimliğinden söz ediyorum. Bu kimlik birleştirici bir kimlik haline geldi. Süryaniler ve Araplar bunun bilincinde. Eğer siz Kürtler olarak bunu reddederseniz tarihsel olarak Kürtlerle Araplar ve Süryaniler arasında yaşanan tarihsel çatışmalar hatırlanır. Öte yandan, Rojava’nın yüzölçümünde genişleme olursa yeni katılacak yerleşimlerin ciddi uyum sorunları olabilir. Mesela ABD’liler Rakka’ya operasyon için diretiyorlar ama PYD bu konuda temkinli zira Rakka’daki IŞİD yönetimi düşse bile Rojava’daki modeli Rakka’ya uyarlamak hiç de kolay olmayacak.
Türkiye’yle ilişkiler de ayrı bir handikap oluşturuyor, değil mi?
Evet, Türkiye özellikle son günlerde farklı bir oyun planıyla devreye girdi. ABD’nin sıkışmışlığını ve Rusya’nın açtığı alanı iyi kullanan Türkiye, Suriye’de kendine alan açıyor ama bunu Kürtlere karşı yapıyor. Kürtlerin kazanımlarını yok etmeye yönelik hamleler de Rojava’da direnç oluşturuyor. Orada kimse “Bizi YPG’den kurtarıyorsunuz, hoşgeldiniz” demeyecektir. Ama öte yandan da Türkiye Türkmenlerin bir kısmını YPG’ye karşı mobilize etmeyi başardı. Yani Türkiye’nin varlığı Rojava yönetimini hata yapmaya zorluyor. Mesela Türkiye sınırından Kobani’ye doğru atış yapılıyor ve YPG’nin yanıt vermesi isteniyor. YPG bu tuzağa düşmemek için uğraşıyor. Ama bundan sonra ne olacağı bir risktir elbette.
Rojava’daki Hıristiyanların durumu nedir?
Kürtlerin ve PYD’nin birtakım hataları oldu. Bu hatalar Süryanileri ikiye böldü . Bir kısım Şam yönetimiyle birlikte hareket ederken bir kısmı ise YPG’yle birlikte hareket ediyor. Aslında bazı Süryani grupların YPG’yle hareket etmesi yeni değil çok daha öncesine dayanıyor. Tabii ki Türk devletinin ve Kürt aşiretlerinin günahlarını üstlenmeyen bir hareket olarak PYD, Hıristiyanlarla ilişki kurarken avantajlıdır. Bu yakınlaştırıcı unsurun güçlendirilmesi gerekir. Bunun korumacı bir yaklaşımla değil, işbirliği ve dayanışmaya dönük bir yaklaşımla gerçekleştirilmesi gerekiyor. Kürtlerden şu sözleri duyarsınız: “Biz bedel ödüyoruz, canımızı veriyoruz ama Hıristiyan mahalleleri boşalıyor; Avrupa’ya,  Lübnan’a gidiyorlar. Onlar da gelsinler bizimle birlikte omuz omuza savaşsınlar.” Onların boşalttıkları mahallelere, onların boşalttığı evlere gelen göçmenleri yerleştiriyorlar. Bu belki güncel nedenleri dikkate aldığınızda hak verebileceğiniz gerekçeler ama tarihsel hafızayı dikkate aldığınızda daha dikkatli ve özenli davranmanız gereken bir konu. “Benim 50 bin kişilik askeri gücüm var, burayı da ben koruyorum” derseniz buradan farklı bir model çıkmaz. Ancak bu konuda PYD’de hatalarla yüzleşmek, özeleştiri ve denetim mekanizmalarını çalıştırma iradesi söz konusu. Mesela boş kalmış bir Hıristiyan okulunu askeri mevzi haline getirirken bunu zorla değil, o okulun sahiplerinin rızasıyla yapmalısınız. Burada anahtar kavram ‘rıza’dır. Hıristiyanlar açısından da kendi renklerini olabildiğince taşıyabilmeleri çok önemli. Esad yönetimi Hıristiyanlara dini haklarını tanıdı ama etnik-kültürel kimlikleri konusunda yeterli hak tanımadı. Bu haklar da tanınmalı, mesela Süryanilerin okuyacağı ders kitaplarının müfredatının nasıl yazılacağı konusu var. Rojava’nın tarihini bir Kürt’ten, bir Arap’tan ve bir Süryani’den farklı şekilde dinleyebilirsiniz. Ama Süryanilerin ders kitaplarında ne yazacağına Süryaniler karar vermeli. Bazı şeyler sembolik olmaktan çıkarılmalı. Mesela Meclis eşbaşkanlığını bir Süryani’ye vermek önemli ama bu sembolik kalırsa olmaz. Savaş şartlarında bazı dış faktörlerin zorlayıcılığında kurulmuş yapıları barış zamanına taşımak önemlidir. Bu modeli barışa aktarabilirseniz, işte o zaman Rojava Devrimi’nden söz edebilirsiniz.

Türkiye’nin askeri müdahalesi kanton modelini çözmeye yetmez’

Çözüm süreci şu anda gündem dışında ama Suriye ve Rojava’daki gelişmelere paralel olarak çözüm sürecinin yeniden gündeme gelebileceğini düşünüyor musunuz? 
AKP hükümeti iç siyasette ve Suriye’de kendi marjlarını sonuna kadar kullanmak istiyor. Bu, çatışmanın sürmesi anlamına geliyor. Hükümet, çatışma seçeneği tükenene kadar müzakere sürecine geçmeyi düşünmüyor. Kapalı kapılar ardında birtakım görüşmeler yapıldığını duyuyoruz ama bunun müzakereye dönüşmesi en azından kısa vadede mümkün görünmüyor. Hükümet sağ muhafazakâr kesimi konsolide ederek oy oranını artırıp HDP’yi güçlü olduğu yerlerde geriletmek istiyor. Bunun için de HDP’yi olabildiğince terörize etmeye, Türkiye partisi olmaktan çıkarmaya çalışıyor. Çatışmanın nihai çözümü getirmeyeceğini hükümet de biliyor. Ayrıca Rojava’nın Kürtler için esin kaynağı ve model olmasını hükümet kesinlikle istemiyor. Orada da ABD’nin Kürtlere verdiği desteği çekmek ve orada mümkünse çözülmeyi başlatmak ve Rojava’yı Suriye’nin kendi iç sorunu haline getirmek  istiyor. Çünkü yarın Kürtlerle müzakere masasına oturulduğu zaman Kürtlerin “Rojava’dan daha azına razı olmayacağız” demesini istemiyorlar. Müzakere sürecine geçilemeden önce askeri müdahaleden olabildiğince sonuç almak istiyor Türkiye ama bunun çok başarılı olacağını sanmıyorum. Türkiye’nin askeri müdahalesi Rojava’da kurulan kanton modelini çözmeye yetmez. Bu çok büyük bir savaşı gerektirir, Türkiye bu savaştan çıkamaz. Kobani ve Afrin kantonlarında PYD’nin çok ciddi bir toplumsal desteği var. Cezire için belki aynı şeyi söyleyemeyiz ama orada da destek az değil. Bu toplumsal desteği savaşla kırmanız mümkün değil. Erdoğan’ın çatışma sürecini bir süre daha sürdürdükten sonra tekrar çözüm sürecine gireceğini düşünüyorum. Ancak bu çok kısa vadede olmaz.  

Kaynak: AGOS

Kızıl Kürdistan'da bir efsane

Feodal beylere ve Çar’ın ordusuna karşı cesur isyanıyla Güney Kafkasya halkları arasında bir efsaneye dönüşen Kaçak Nebi (ya da Kürt Nebi) hakkında yeni arşivler ortaya çıkıyor.




Feodal beylere ve Çar’ın ordusuna karşı cesur isyanıyla Güney Kafkasya halkları arasında bir efsaneye dönüşen Kaçak Nebi (ya da Kürt Nebi) hakkında yeni arşivler ortaya çıkıyor. Azerbaycan’da yayın yapan Diplomata Kürdi gazetesi, Behlul Behçet’in araştırmalarının bulunduğu arşivin açılmasıyla konu hakkında birçok yeni bilgiye ulaşıldığını yazdı.

Azerbaycan ise Nebi’nin Kürt kimliğini fazla öne çıkarmadan Azerbaycan milli istiklal mücadelesinin sembollerinden biri gibi görüyor Nebi’yi. Onun yerel beylere karşı cesaretli çıkışı Kafkasya’da feodalizmin çözülüşünün başlangıcı olmuştur. Hakkında romanlar yazılan, filmler çevrilen Kaçak Nebi, yerel halkın beylere karşı isyanının sembolü olmuştur.

Kafkasya’da bir Kürt isyancı

Kaçak Nebi, Gence vilayeti Zengezur kazasının kadim Kürt köylerinden aşağı Mollakent’te (Kubatlı) yedi kişilik yoksul bir ailede doğmuştu. Daha 16 yaşındayken babasını dövüp eziyet eden köy ağasına karşı çıkmasından dolayı Rus Çarı’nın askerleri tarafından tutuklanır. Ama o tutsaklığı kabullenmez ve Çar’ın zindanlarından kaçar. Bundan sonra bölge halkı tarafından Kaçak Nebi olarak adlandırılan genç Nebi, Zengezur ve Nahçıvan dağlarında yaşamaya başlar. Çar’ın bölgedeki işbirlikçileri olan mülkiyet sahibi ağaların zulmünden isyan eden Kürt ve Acem köylüler, onun etrafında toplanır ve böylece eşkıyalıktan çok feodalizme karşı küçük bir isyana dönüşür. Kaçak Nebi’nin feodal beylere ve Çar’ın askerlerine karşı başkaldırdığını duyan bölge halkı onlara yiyecek ve türlü yardımlarda bulunur.

Bu konuda araştırma yapan Haci Neriman oğlu Behlul Behçet, “Belgelere göre Kaçak Nebi” adlı çalışmasının, arşivlerden çıkarıldığını yazdı. Bu eserin açılmasıyla bu isyan hakkındaki birçok gerçeğin ortaya çıkacağını söylüyor. Kaçak Nebi’nin bulunduğu bölgede yaşayan tarihçi Zengezur’un son Kadısı Behlul Behçet’in 1934-37’de kaleme aldığı 290 sayfalık araştırmasının edebiyat dünyasına da katkı sunacağı belirtiliyor.

Behlul Behçet, Erivan ve Tiflis arşivlerinden elde ettiği yazışmaları örnekler vererek Nebi’nin dağa çıkışının üç imparatorluğu rahatsız ettiğinden söz ediyor. Behlul Behçet ayrıca Şahnameyi Azerice’ye çeviren yazarlardandır.

Kafkasya’nın ‘İnce Memedi’

Mahmudova, Şahbuz bölgesinin en kadim ve güçlü köylerinden biridir. 1973’te Rus dilinde yazılmış tarihi belgelerin bu şehrin adı da değiştirilir. Mahmudova köyünde yaşayan yaşlı Kerbelayi Kasima ait bir el defterinde şöyle yazıyordu: “Evimiz köye giren yolun kenarındaydı. Ben kapının önünde oturmuş biriyle sohbet ederken 35 yaşlarında uzun boylu, yağız ve bıyıklı, başında kuzu derisinden Alagül papağı olan bir kişi yaklaşıp saygılı bir şekilde selam verip sordu; ‘Yol kenarındaki bu ev kimindir’, ben de ‘Hacı Mehemed’indir. Ben ise onun oğlu Abbas’ım’ dedim. Kolumdan tutup beni bir kenara çekti, ‘Abbas, ben Kaçak Nebi’yim, Nahçıvan zindanından kaçtım. Tez Hacı Mehemed’e söyle bana bir at versin ki takip eden Pristav (kaymakam) ve onun silahlı adamlarından kendimi kurtarayım’ dedi.

Meğerse babam Kaçak Nebi’yi önceden tanırmış. Babam Nebi’yi sıcak karşılayıp eve götürdü. Nebi teşekkür etti. Ben ise hazır vaziyette olan köhlen atımızı getirip üzengisini bağladım. Kaçak Nebi, şahin gibi atın üstüne sıçradı. Ata binip çıkarken tekrar döndü ve babama ‘Hacı iyiliğinin karşılığını nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum’ dedi.

Aradan 15 dakika geçmemişti ki Pristav 30 kadar adamı ile birlikte köye girdi. Evimiz köyün girişinde olduğu için yine evimizin önüne gelip bana Nebi’yi sordular. Ben ise Nebi’nin bir saat evvel buradan geçtiğini söyledim. Çaresiz kalan grup rehberi Nebi’nin gittiği tarafa birkaç mermi sıkıp geri döndü.

Köy halkı Hacı’nın Nebi’ye yardımını bir sır gibi sakladı. Aradan bir süre geçtikten sonra Nebi adamlarıyla yeniden babamın konağına geldi. Babam onlara iki koç kestirip ziyafet verdi.

Nebi, babama; ‘Hacı bana verdiğin at çatışmada vuruldu, onun yerine sana iyi bir Karabağ atı getirdim’ dedi. Babam ise Nebi’ye ‘Nebi ben atı senin gibi yiğide bağışladım. Biz verdiğimiz hediyeyi geri almayız’ dedi.

Nebi ile babamın konuşmaları sürerken bazı köylüler içeri girip Pristav’ın ne kadar adamı varsa hepsini silahlandırıp köyü çevirdiklerini söylediler. Babam Hacı Mehemed Nebi’ye köyden nasıl çıkabileceğini iyice tarif etti.

Biraz sonra silah sesleri duyuldu. Nebi, Kazaklara hayli kayıplar verdirip püskürttü. Bir süre sonra yeniden geldi, bu sefer köylülere seslenip burada muhbirlik yapan olursa onu kendi ellerimle öldüreceğim, dedi.”

Feodal beylerin korkulu rüyası

Yine Kaçak Nebi için anlatılan başka bir hikayede ise şunlar belirtilir: “Nahçıvan beyleri Mahmudova köyünde Rüstemliler Ailesi’ne ait 30 hektarlık verimli toprağı ele geçirmek istiyorlardı. Lakin uzun yıllar boyu bu alanı ekip biçen Rüstemliler bunu vermek istemiyordu. Bu yüzden Nahçıvan beyleri Rüstemlileri korkutup bu araziyi ele geçirmek için bir dizi oyuna başvuruyordu. Bu beyler son dönemlerde Çar’ın komutanlarına Kaçak Nebi ile bu aile arasındaki dostluktan söz edip şikayette bulunuyorlardı. Kaçak Nebi’nin isyanı bu beylerin otoritesini zayıflattığı için artık herkese istediklerini yapamıyorlardı. Bu otoritelerini yeniden elde edebilmek için de Rüstemli Ailesi’nin ileri gelenlerini öldürme planı yaptılar.

Bunun için bölgede hırsızlık ve cinayetlerle tanınan ve Nahçıvan zindanında bulunan Teymur ve çetesini rüşvet karşılığında çıkardılar. Onlara Rüstemli Ailesi’nden kim varsa hepsini öldürmeleri için para verirler. Bu çete bir-iki ay sonra Rüstemli Ailesi’nin ileri gelenlerinden Hacı Kerim’in evini kurşunlayarak onu ve üç çocuğunu öldürdü. Hükümet bu olayın üzerinde pek durmazken bazı yetkililer halka cinayeti işleyen çetenin olaydan sonra İran’a kaçtığını, bu yüzden de onları yakalamanın mümkün olmadığını söylerler. Olayları duyan Kaçak Nebi, Mahmudova’ya iner ve eski dostlarının yaslarına katılır. Orda halka seslenip bunu yapanlardan intikam alacağına söz verir.

Kaçak Nebi grubunu toplayarak İran tarafına geçer. Çetenin nerde olduğunu haber alır. Onların Mako’nun üst kesimlerindeki yerlerine bir baskın düzenler ve onları yakalar. Teymur ile Yunus’u öldürüp adamlarını dağıtır.

Nebi’nin Teymur’u İran’da cezalandırması kısa sürede her yerde duyulur. Halk bu olayı kulaktan kulağa anlatır ve herkes Kaçak Nebi’nin kahramanlıklarından söz eder. Bunun üzerine Nahçıvan beyleri ve Çar’ın askerleri korkuya kapılarak halka daha mülayim davranmaya başlarlar.”

Azeri halkı Kaçak Nebi’yi halk kahramanı ilan etti. Onun üzerine, çok sayıda türkü yakıldı, kitaplar yazıldı ve film çevrildi. 1985’te çevrilen “Kanlı Tarla” onun yaşamı üzerinedir.

Resulzade kitabında, Kaçak Nebi’nin Kerbela’dan dönerken (1896’da ) Osmanlı-İran sınırında Lami köyünde Rus casuslarının kurduğu pusuda öldürüldüğünü yazar.

KOBANÊ’DEN SUR’A KESKİN NİŞANCI ROZA



Kobanê‘den Diyarbakır‘ın Sur ilçesine geldiği iddia edilen ROZA kod adlı Keskin Nişancı kimdir ?

Hükümete yakın haber ajanslarında Keskin Nişancı ROZA‘nın, PKK tarafından Kobanê‘den Diyarbakır‘ın Sur ilçesine gönderildiği söyleniyor. Aynı haber ajanslarında ROZA‘nın Sur‘da devlet güçleriyle çatıştığı ve birçok güvenlik gücü mensubunun öldürülmesinde etkili olduğu iddia ediliyor.

Diyarbakır‘ın Sur İlçesi’nde uzun zamandır devam eden çatışmalarda güvenlik güçlerine suikast silahı Kanas‘la saldırı düzenleyen bir keskin nişancının olduğu tespit edilmiş ve bu konuyla ilgili operasyon başlatılmıştı. Yapılan araştırmalar sonucu keskin nişancının kadın sniper olduğu ortaya çıkmış, 1.60 boylarında olduğu belirlenmişti. Keskin nişancı ROZA‘nın 50 civarında YDG-H‘li militanı eğittiği de öğrenildi. Operasyonlar devam ederken ROZA‘nın yetiştirdiği kadın keskin nişancıların arandığı belirtildi. Sur‘da 4, diğer ilçelerde de ikişer tane olan kadın keskin nişancıların, çatışmaların olduğu bölgelerde mevzilenerek güvenlik güçlerine saldırdığı öğrenildi.
90’larda Tıp fakültesi beyin cerrahi son sınıfı bırakarak Kürt silahlı mücadelesine katılan halk arasında Kanasçı Leyla olarak bilinen snipperden sonra Roza Avcı kod adıyla tanınan 2. Kürt Kadın sniper oldu.